
06/09/2023
Biletler kitabevimizden temin edilebilir.
Berlin'deki kitapçınız.
Biletler kitabevimizden temin edilebilir.
Gezi direnişinin 10. Yılı vesilesiyle 2 Haziran'da gösterimi yapılacak "Gezi Destanı" oyunu tiyatroseverleri bekliyor.
Biletleri kitabevimizden temin edebilirsiniz...
Kitabevimizdeki geniş ürün yelpazesinden faydalanmak isteyen kitap okurlarını bekleriz. Kitap kitapçıdan alınır!
ile imza ve söyleşi! 3 Nisan Pazartesi günü saat 19:30’da Wilhelm-Liebknecht-Bibliothek’de görüşmek üzere, hepinizi bekliyoruz!
Değerli kitapseverler, 2023'ün hepinize sağlık ve keyif getireceği, her şeyin gönlünüzce olacağı bir yıl olması dileğiyle yeni yılınızı kutluyoruz.
2023 yılının ilk okuma- söyleşi etkinliği yazar Menekşe Toprak ile 20 Ocak'ta gerçekleşecek. Yazarın son kitabı "Dejavu" üzerine konuşmak için biraraya geliyoruz. Davetlimizsiniz...
18 Kasım'da Berlin'de Theater 28'de gerçekleşecek olan Manifesto oyunu tiyatro gösterimi biletini kitabevimizden temin edebilirsiniz
Erinnerung - Lesung mit Sabine Adatepe Freitag 19:30
Kitabımda küresel ısınmanın dünü, bugünü ve yarınını ayrıntılı yazdım ve başta kanser olmak üzere şeker hastalığı, kalp hastalıkları gibi kronik hastalıklarla ilişkisini ortaya koydum. Bunları anlatırken bir yandan da anti kanser yaşam şeklini ve antikanser yaşam şeklinin dünyamızı da nasıl iyileştireceğini yazdım.
En büyük servetimiz sağlığımız. Ancak hasta bir dünyada sağlıklı olmak veya sağlıklı kalmak mümkün müdür? Ayrıca gelecek nesillere sağlıklı bir dünya bırakamadıktan sonra sadece kendimizi düşünerek alacağımız birkaç önlem çare midir?
Hepimiz aslında bir bütünün parçalarıyız. Biz doğanın ta kendisiyiz. Hayvanlar, bitkiler, dağlar, denizler, ormanlar ve toprak hepimiz tek bir parçayız. Bunu 1950’lerden beri giderek artan bir şiddetle unuttuk. Şimdi bu unutmanın ve kendimizi her şeyin üstünde olan akıllı varlıklar sanmanın sancılarını yaşıyoruz. Doğa bize bir bütün olduğumuzu, ona ait olduğumuzu hatırlatıyor.
Hiçbir şey için geç değil. Değişebiliriz, bozduklarımızı düzeltebiliriz. Yeniden başka yaşamlara koşabiliriz. Kanser dahil tüm hastalıklardan, adaletsizliklerden, savaşlardan, sıkıntılardan, mutsuzluklardan ancak değişerek arınabilir, ancak değişerek yeniden bir bütün olabiliriz. Değişim sürecinizde bu kitabın size ışık tutmasını diliyorum!
Şimdi umutlarımız ilerleyen teknolojinin dünyanın yaralarını sarabilmesinde ve mevcut sistemlerin sürdürülebilir sistemlerle değiştirilmesinde. Bir umudumuz daha var ki o da bizleriz. Bizim yani halkların içinde bulunduğumuz durumu tüm gerçekleri ile fark edip harekete geçmemiz gerekiyor. Şu anda genelimiz sadece ah vah çekip hayatlarımıza kaldığımız yerden devam ediyoruz. Oysa gezegenimiz küresel ısınmanın doğurduğu büyük tehlikelerle karşı karşıya ve bu ortamda sağlıklı kalmamız mümkün değil.
Bu nedenle dünyamızı bu hale getiren olayları bilmeli, anlamalı ve iyileştirmek için çalışmalıyız.
Bu kitap kanser olmamak için nasıl yaşamalıyız üzerine. Kansere ve pek çok müzmin hastalığa neden olan yaşam şekli aynı zamanda küresel ısınmaya da neden oluyor. Bu bir kısırdöngü, kanser oldukça dünya da hastalanıyor ve dünya hastalandıkça kanser oluyoruz.
Ne yediğimiz, ne içtiğimiz, ne düşündüğümüz, doğa ile ilişkimiz, sosyal ilişkilerimiz, nasıl yaşadığımız, bizim ve dünyanın sağlığı ile doğrudan ilişkili.
Hepimiz değişmeliyiz, daha fazla bilgilenmeliyiz. Öğrenmenin, gelişmenin, değişmenin sınırı yok.
Kitabımda bütün bu konulara değinerek size yeni bir bakış açısı sunmaya çalışıyorum: Bütün olarak bakmak, sağlıklı “biz” için bütünün tüm parçalarından haberdar olarak bütüne bakmak...
İnsan hakkında hep birbirine benzer öyküler anlatılıyor: "İnsan kötüdür, insan şiddet düşkünüdür, insan ekolojik seri katildir, insan bencildir..." Öyle ki, sanki Afrika savanalarında hiç iki ayağımızın üzerine doğrulmuş olmasak; alet yapmamış, bilinçlenmemiş, birbirimizle konuşmaya başlamamış, ateşler yakıp başında oturmamış, tohumu evcilleştirmemiş, uygarlıklar kurmamış, kısacası insanlaşmamış olsak, en iyisi olacaktı.
İnsanların en kötüleri, insanlara kendilerinden ve geri kalan herkesten nefret etmeyi öğretiyor.
Nevzat Evrim Önal bu kitapta, bu öykülere karşı bir öykü yazıyor. YuvelNoahHarari ya da Richard Dawkins gibi bir yandan insanın kötücül olduğunu iddia eden, diğer yandan ise günümüz toplumunun (her nasılsa) "mümkün olanların en iyisi" olduğunu iddia eden ideologların karşısına; daha iyi bir toplum ve kendi varoluşuyla daha barışık bir bireyi inşa edebileceğimiz iddiasıyla çıkıyor. Bunun için, insanın uzun tarih yolculuğu boyunca toplum ve bireyin birlikte gelişimini takip ediyor ve bugün bulunduğumuz, pek de övülmeye değer olmayan noktaya nasıl geldiğimizi, bir çıkış arayarak inceliyor.
(Tanıtım Bülteninden)
Bu kitap bir akademisyenin elinden çıktı ve güncel olduğu kadar bilgi yüklü ve isabetli bir çalışma ancak uzman olmayanların okuması için tasarlandı. Osmanlı Türklerinin siyasi, sosyal ve ekonomik tarihini ele alıyor ve bunu yaparken kayıtlara ilk geçmeye başladıkları dönemden 1. Dünya Savaşı sonrasındaki çöküşlerine kadarki dönemi mercek altına alıyor.
(Tanıtım Bülteninden)
"...Dindar ve laik herkesin bu önemli eseri baştan sona okumasını salık veririm... İrtica ya da gericilik denen davranışın ne kadar 'çağdışı' olduğu bu kitaptan apaçık anlaşılıyor. Son yılların en güçlü birkaç araştırmasından biridir."
-Talât Halman, Milliyet, 15 Şubat 1988-
"...İlhan Arsel, din sorunlarını, din kitaplarının incelenmesini ve eleştirilmesini bir uygarlık ölçüsü olarak kabul etti. Ortadoğu uygarlığını, Musevi, Hıristiyan ve İslam kaynaklarını inceledi. Denilebilir ki, hayatını bu konulardaki bilimsel araştırmalara adadı; ürünler verdi. Daha önemlisi... Arsel'in medeni ve fikri cesaretidir..."
-Doğu Perinçek, 2000'e Doğru, 12 Mart 1989-
"...Arsel'in kitabı son derece değerli, titiz bir inceleme, araştırma ürünü. Sağlam, dürüst bir bilimadamının değerlendirmesi olarak, sağlam kaynaklara dayalı. Yürekli, daha güzel bir dünya kurulmasına yönelik, ışık tutucu, örnek bir çalışma. Kitap, yüzyılımızın kitabı olacak nitelikte. 'Kadın hakları' yönünden özellikle..."
-Turan Dursun, 2000'e Doğru, 19 Mart ve 11 Haziran 1989-
"...Prof. Arsel, bu kitabında da özgün kaynaklara, Kur'an-ı Kerim'e, hadislere, ayetlere ve İslam kaynaklarına dayanarak, bu kaynaklara yollama yaparak Şeriat düzeninde kadının nasıl köle durumuna sokulduğunu anlatıyor."
-Uğur Mumcu, Cumhuriyet, 6 Nisan 1989-
(Tanıtım Bülteninden)
Oyun Sandalı tiyatro grubu tarafından dünyada ilk kez sahneye uyarlanan, Karl Marx ve Friedrich Engels ́in kaleme aldığı Komünist Manifesto, 11 Haziran tarihinde“Manifesto” adıyla Almanya turnesi kapsamında Berlin'de seyirciyle buluşacak.
Biletleri kitabevimizden temin edebilirsiniz.
Konser biletini kitabevimizden temin edebilirsiniz
Manifesto oyunu biletlerini kitabevimizden temin edebilirsiniz.
Gece Evi'ni büyük bir riske atacak tehlikeli sırlar birçok şeyi altüst etmek üzeredir. Fakat gizlenmeye çalışılan sır zaman ayarlı bir bomba gibi. Bütün bunlar olurken Zoey en iyi arkadaşlarına ve erkek arkadaşlarına hiç olmadığı kadar ihtiyaç duymaktadır. Ama Zoey, güvenememekten yalnız kalmıştır. Bunların yanı sıra kötülüğe teslim olmayıp duygularını kontrol etmesi gerekmektedir. Daha doğrusu baştan çıkarılmamak için oldukça zorlu bir mücadele vermektedir. İyi ve kötünün savaşı oldukça zorlu geçecektir.
1968’ler. Yazılı tarihin en barbar asrının en umutlu, en ışıklı, en cesur günleriydi. Coşkun bir devrimci dalganın bütün dünyayı sarstığı, onlarca ülkede milyonlarca insanın ayağa kalkarak, “Gerçekçi ol, imkânsızı iste,” diye haykırdığı günlerdi...
Böyle bir dünyada, Denizler de özgürlük bayrağını Türkiye’de yükseklere taşıdılar. ABD’ye, NATO’ya, yurtlarını yerli ve yabancı sermayeye peşkeş çekmek isteyenlere en iyi cevabı eylemleriyle, yürüyüşleriyle, cesaretleriyle verdiler.
Ve egemenler, bu özgürlük kabarışının intikamını 12 Mart karanlığında üç gençten çıkarmak istediler. Somut hiçbir yasal dayanak olmadan Deniz’i, Yusuf’u, Hüseyin’i ve nice arkadaşlarını idamla yargılayıp, “Asalım, asalım!” çığlıklarıyla darağacına göndererek özgürlük ve bağımsızlık mücadelesini boğmaya çalıştılar...
Baskı altında geçen yirmi iki yılın ardından, bu yeni basımıyla Darağacında Üç Fidan’ı sunarken, bugün koyu bir karanlığın ve ahlâksızlığın içine itilmek istenen yurdumuzda, gözlerimizde hâlâ bir umut ışığı, darağaçlarında “solmayan” üç fidanın anısı önünde saygıyla eğiliyoruz...
(Tanıtım Bülteninden)
Suudi Arabistan'ın Riyad kentinde yaşayan dört genç kadının toplumsal, duygusal ve cinsel sorunları... Gizli bir dünyanın kapılarını açan bu roman, okura Suudi kadınların çelişkilerini, mücadelelerini, hayal kırıklıklarını, ümitlerini, inançlarını ve hayallerini anlama fırsatı veriyor. "S*x and the City" dizisiyle kıyaslanan ve Suudi toplumunda bomba etkisi yaratıp yasaklanan bir roman...
Türkiye’nin Soğuk Savaş’a dâhil oluşuyla birlikte, antikomünizm siyasetin merkezine yerleşir ve ülkenin her alanına sirayet ederken, bunun edebiyat alanına yansıması da kaçınılmaz olmuştur. Bu antikomünist dalga, sağcı edebiyatçıların solun kültürel hegemonyasına karşı yazdıkları yazılarda ve ürettikleri eserlerde kendini göstermiştir.
Fatih Yaşlı, Devlet, Düzen, Anarşi’de antikomünizmin edebiyattaki yansımalarını iki boyutuyla inceliyor. Bir yandan Türk sağının edebiyatçı kimlikleriyle politik kimliklerini birleştiren Nihal Atsız, Necip Fazıl, Peyami Safa gibi isimlerinin Nâzım Hikmet, Sabahattin Ali, Aziz Nesin gibi solcu yazarlara yönelik polemiklerini ve hücumlarını belgelendirirken, bir yandan da antikomünist romanlardaki ideolojik boyutun bir incelemesini sunuyor. Böylece hem Soğuk Savaş’la birlikte antikomünist söylemin inşasında edebiyatçıların rolünü hem de antikomünist edebî yapıtlarda solcuların, komünistlerin ve 1965-80 arası Türkiye tarihinin nasıl resmedildiğini ortaya koyuyor.
Antikomünizmin günümüze devrettiği miras ve bu mirasın belirleyiciliği üzerine kapsamlı bir değerlendirme sunan bu kitap, Fatih Yaşlı’nın Türkiye tarihini antikomünizm üzerinden okuduğu literatürüne önemli bir katkı yapıyor.
(Tanıtım Bülteninden)
Konser biletini kitabevimizden temin edebilirsiniz.
Dorian Gray’in Portresi
Dünya edebiyatının en güçlü kalemleri arasında yer alan İrlandalı yazar Oscar Wilde, Dorian Gray’in Portresi adlı romanı ile kurmaca alanındaki ustalığını bir kez daha kanıtlıyor. Eserlerini ağırlıklı olarak oyun ve şiir türünde veren yazar, kaleme aldığı tek roman olan bu yapıt ile adını ölümsüzlüğe kavuşturuyor. Sıra dışı kurgusu ile okurlarının hafızasında derin izler bırakan Dorian Gray’in Portresi’ni okuduğunuzda, tüm edebiyat otoritelerinin Wilde’a olan haklı hayranlığına siz de katılacaksınız.
Ömrünü Portresi ile Değiş Tokuş Eden Bir Adamın Hikayesi
Kitabın başkahramanı olarak okurları, Dorian Gray adlı oldukça yakışıklı ve saygın bir genç karşılıyor. Vaktinin büyük çoğunluğunu aydın ve sanatçı camiası içerisinde geçiren Dorian, bir gün Basil Hallward adlı bir ressam ile karşılaşıyor. Dorian’ın yakışıklılığı karşısında büyülenen Hallward, gönüllü olarak onun portresini çizmek istiyor. Ve portre, Dorian’ın o anki çekici ve masum dış görünümünü tümüyle yansıtması ile herkesin beğenisini topluyor.
Genç ve yakışıklı olduğu kadar eksiksiz bir karaktere de sahip olan Dorian, bu yönleri sayesinde çevresindeki herkesin dikkatini çekiyor. Camiada oldukça popüler olan ve çok sevilen genç adam, haliyle oldukça aktif bir sosyal yaşam sürüyor. Ancak yakın dostlarının etkisiyle gitgide masumiyetini yitirmeye başlıyor. Özellikle Lord Henry ile tanıştıktan sonra onun sözlerinden fazlasıyla etkilenen genç adam, Hedonizm’i benimseyerek hayatını zevk peşinde koşmaya adıyor. Ve tüm hızlı yaşantısına rağmen gençliğini korumaya devam etmesi, Dorian’ın ve elbette yakınlarının da dikkatinden kaçmıyor. Peki, bu durumun nedeni sizce ne olabilir?
Bunu Biliyor Muydunuz?
Oyun ve şiir türlerinin yapısı gereği daha çok kısa yapıtlar ortaya koyan Oscar Wilde, Dorian Gray’in Portresi romanını çevresindekilerin ona roman yazamayacağını söylemesi üzerine kaleme aldı. Roman, yayınlandıktan kısa süre sonra büyük bir üne kavuşarak hem çevresini hem de eleştirmenleri fazlasıyla şaşırttı.
En Sevilen Kitaplara Hemen Şimdi Sahip Olun!
Oscar Wilde’ın başyapıtı olarak gösterilen Dorian Gray’in Portresi’ni yoksa siz hala okumadınız mı? Bu unutulmaz romana sahip olmak için hemen siz de sipariş verin, sepete özel avantajlarla kitaplığınıza eşsiz bir eser daha kazandırmanın ayrıcalığını yaşayın. Çok daha fazlası için “Dünya Klasikleri” kategorisine göz atmayı da unutmayın!
Çalıkuşu ilk kez 1922 yılında Vakit gazetesinde tefrika edilmiş ve aynı yıl kitap olarak basılmıştır. Beşinci baskısından sonra eser, 1939 yılında bizzat Reşat Nuri Güntekin tarafından sonra tekrar yayımlanmıştır. Bu kitap söz konusu baskısından yararlanılarak aslına uygun olarak yayına hazırlanmıştır.
ÇALIKUŞU, Reşat Nuri Güntekin''in en yaygın ününü kazandığı ilk romanı. Romanda, iyi öğrenim görmüş bir İstanbul kızının, Anadolu'nun çeşitli köy ve kasabalarında öğretmen olarak yaşadığı serüven anlatılır.Serüven yönü ağır basan bu romanda, kişilerin duygu dünyaları, ülke gerçeklerinden soyutlanmadan verilir. Çalıkuşu, her yaştan insanın rahatlıkla okuyup sevebileceği önemli romanlarımızdan biridir.
Bu kitapta, İspanya İç Savaşı sırasında,özellikle ülkenin kuzeyinde geçen olaylar anlatılıyor ve olayların gelişiminin siyasi analizi yapılıyor. Bu özelliğiyle kitap, sadece anılardan oluşmanın ötesine geçiyor; Kuzey cephesinde, Asturias, Bask ve Santander’de yaşanan önemli olaylarla ilgili daha önce yayımlanmamış veriler sunuyor. Son bölümde ise İspanya Komünist Partisi’nin güncel siyasi çizgisinin eleştirel analizine yer veriliyor.
Yapmak istediğim hep budur : Ya içinde bulunduğumuz noktadan kuşkuya düşürmek ya da mış gibi yaptığımız hayatı aslına çevirmeye çalışmak. Sanatın başka ne amacı olabilir?
...
Hızla değişen hayatın yankısı da, kurgusu da, ruhu da romanımızda pek görülmüyordu. Bir zamanlar genelde halkın varlığından yoksun bir romanın yerini bu sefer de kentin, şehrin çok uğultulu sesinden, çok katmanlı hayatından yoksun bir roman kapmıştı. Okur olarak bile üstümde hemen hep aynı kalıplarla yazılan bir romanın ağırlığını duyuyordum. Yatay bir akışla bir konunun peşi sıra, sayfalarda olup bitenlerin zorunlu alıcısı durumuna düşmek iyi bir duygu değil. Roman burada bitti, Son diyen romanların, bitmeyen hayatı anlamlandırabileceğinden kuşku duyuyordum.
Madam Bovary, 19. yüzyıl Fransız kadınının kıstırılmış hayatını ve iç dünyasını oldukça şeffaf bir şekilde ele alırken, dönemin kadın erkek ilişkilerine de ayna tutan bir başyapıt.
Vasat bir doktorla evlendikten sonra boğucu taşra yaşamı içinde sıkışıp kalan genç ve güzel Madam Bovary, mutsuzluğu bir kader olarak kabul etmeye razı olmaz. Büyük hayalleri, hayattan büyük beklentileri vardır; okuduğu romanlardaki tutkunun ve romantik fantezilerin özlemiyle yaşar ve aradığı ideal aşkı bulmak için çıktığı yolda hiçbir fedakârlıktan kaçınmaz.
Madam Bovary'nin bu mücadelesini ve sürüklendiği çıkmazı anlatan roman, tutkulu bir hikâyenin gerisinde evlilik, cinsellik ve zenginlik kavramlarını sorguluyor. 1857'de ilk kez yayımlandığında büyük yankı uyandıran, toplumun din ve ahlak anlayışını sarstığı gerekçesiyle yasaklanmaya çalışılan Madam Bovary, 19. yüzyıl Fransası'nın ahlak anlayışına ve burjuva değerlerine karşı güçlü bir eleştiridir.
"Şairler nasıl bahara şükran duyuyorsa, romancılar da Flaubert'e öyle şükran duymalıdır. Onunla her şey yeniden başlar."
-James Wood-
(Tanıtım Bülteninden)
Yılmaz Özdil’in kaleminden “Mustafa Kemal” ve “Son Cüret” üçlemesinin son kitabı...
Cumhuriyet’in “kurucu ayarlar” tabir edilen ilk 15 yılında neler yaşandı?
Günümüzde olan bitenleri kavrayabilmek için yol haritası.
(Tanıtım Bülteninden)
“Madde 22, okuduğum mantıklı tek savaş romanı.”
- Harper Lee -
“Madde 22, faşizme karşı verilen savaşta, Amerikalıların yarattığı en büyük destan.”
- Kurt Vonnegut -
“Son elli yılda yazılmış iki büyük Amerikan romanı var. Biri Madde 22.”
- Stephen King -
“Madde 22’nin muazzam başarısı, seçkin bir edebi eserin bazen gerçekten de çok geniş bir okuyucu kitlesine ulaşabileceğini gösterdi.”
- Anthony Burgess -
“Orijinal. Kimse buna benzer bir kitap okumamıştır.”
- Norman Mailer -
II. Dünya Savaşı’nda bombardıman uçağı pilotu olarak görev yapıp askeri bürokrasinin nasıl işlediğini gören Joseph Heller tecrübelerinden ilhamla yazdığı bir kitapla Amerikan edebiyatını dönüştürdü. Edebiyatta mizahi geleneğin ve savaş karşıtlığının en önemli ürünlerinden olan Madde 22 ise yazarını gölgede bırakacak kadar popülerleşip başlı başına Amerikan kültürünün bir parçası haline geldi.
İtalya’da Amerikan ordusu adına bombardıman uçağı pilotu olarak görev yapan ve hiç karşılaşmadığı binlerce kişi tarafından öldürülmek istendiği için kızgın olan Yossarian’ın asıl derdi, askerlik görevini bitirmek için gereken uçuş sayısını her geçen gün artıran ordusuyladır. Yossarian, görevlerden feragat etmek için herhangi bir girişimde bulunursa, fazlasıyla komik bir kural olan Madde 22’ye takılacaktır: Eğer biri tehlikeli savaş uçuşlarını yapmaya gönüllüyse aklını kaybettiği düşünülür ama görevlere katılmak istemediğini belirten resmi bir başvuruda bulunursa delirmediği ortaya çıkar ve böylece görevine devam etmek zorunda kalır.
Yayınlandığı günden beri Amerikan edebiyatının köşe taşlarından biri olarak görülen Madde 22, tarihin en çok ilgi gören, en sıradışı kitaplarından biri. Edebiyatta kara mizahın doruk noktası.
(Tanıtım Bülteninden)
Ahmet Mithat’ın “Maksadımız yeniçeriliğin mevcut olduğu zamanlardaki eğlencelerin bazılarını anlatmak” diye bahsettiği Dolaptan Temaşa’da pek de bilmediğimiz yaşayışıyla bir dönemin kapıları aralanıyor. İstanbul’un mahalle kahveleri, “helva sohbetleri”, giyim kuşam ve âdetleri, hatta eşyasıyla... Kısa, ancak oldukça zengin içeriğiyle roman Behram Ağa, Dilber Leyla, Yeniçeri Zorlu Mustafa ve Paşalı Ahmet Ağa karakterleri arasında gelişen komedi ve gerilim unsuruyla bezeli, cinayetlere varan olayları konu alıyor.
Ahmet Mithat Efendi (1844-1912) Tanzimat devrinin önde gelen yazarlarındandır. Gazetecilikle başladığı yazı hayatına hikâye ve roman yazarlığını da ekleyerek çeşitli alanlarda sayısı yüz elliyi bulan eser kaleme almıştır. Yazıyı halkı eğitmek için bir araç olarak gördüğünden ansiklopedik bilgilerle dolu eserlerinde okuyucuyla daima diyalog halindedir. Sofya’da Tuna gazetesinde önce yazar, daha sonra başyazar olarak gazeteciliğe adım atar. Mithat Paşa’yla gittiği Bağdat’ta ressam Osman Hamdi Bey, Muhammed Zühavi ve Şirazlı Bakır Can Muattar gibi isimlerin de bulunduğu oldukça geniş kültürlü bir çevreye girerek Batı ve Doğu kültürleri üzerine bilgisini derinleştirir. Tahtakale’deki evinde kendi matbaasını kurup kitaplarını yayımlamaya başlar. Bir yandan da yayımladığı Devir, Bedir, Dağarcık, Kırkambar gibi gazete ve dergilerle gazeteciliğe devam eder. Yazılarından dolayı Abdülaziz yönetimi Namık Kemallerle birlikte onu da sürgüne gönderir. Üç yıl süren Rodos sürgününde çocuklar için bir okul açarak ders vermeye başlar ve ilk romanlarını yazar. İstanbul’a döndüğünde çeşitli memuriyetlerde bulunur ve Türk basın tarihinin en uzun soluklu gazetelerinden Tercüman-ı Hakikat’i kurar. Hemen her konuda, üstelik yeni tekniklerle de yazan Ahmet Mithat’ın seçme eserlerine Türk Edebiyatı Klasikler Dizimizde yer vermeyi sürdüreceğiz.
(Tanıtım Bülteninden)
Sincan'dan Edirne'ye Hasbıhal - Name Kitap Açıklaması
Hapishanedeki beşinci kışımız bu. … Beş yıl boyunca ne yaptık sorusuna tek kelimeyle cevap vermem istenseydi, buna “yaşadık” derdim. Dışarda olmamız halinde nasıl yaşayacaksak, burada da öyle yaşadık. İki kelimeyle tanımlamama izin verilseydi “direnerek yaşadık” derdim.
Mektubumu Sincan Hapishanesi’ndeki hücreden ruhunun çalkantılı sularına saldığı kâğıttan gemisiyle yapılmış bir yolculuk olarak görmeni isterim. Yoldaşının yol boyu gördükleridir yazdıkları.
Yazmaya ara verdiğim saatlerde de adeta Sincan hapishanesindeki hücreme nakledilmiş gibi karşımda duruyordun. Kâh sohbeti derinleştiriyor, kâh bir yerlere gezmeye çıkıyorduk. Kırklar Dağı’nın sakinliğini huzur içinde seyredip, on gözlü köprünün altından Dicle’nin nazlı akışına birlikte baktık mesela. Munzur Gözeleri’nde Düzgün Baba’nın sitilinden dökülen süt köpüklerine dalarken karanlık basmadan Ana Fatıma’ya yetişip çıralarımızı yakmanın telaşına düştük. Tecrit yalnızlığını yerle bir eden en coşkulu mitingleri Lice’de, Gewer’de, Cizre’de gerçekleştirdik. Van Gölü’nün cennet güzelliğiyle, Ağrı Dağı’nın efsanevi heybeti avuçlarımızın içindeydi. Bingöl dağlarının rengarenk çiçek desenli yeşil giysisini giydiği bir bahar havasında “Feqiriye Çolik mı vira ne şına” türküsünü birlikte söyledik. Dışarıdayken defalarca planlayıp farklı gerekçelerle gerçekleştiremediğimiz Palu ve Gökdere köylerini aceleye mahal vermeden rahat rahat ziyaret ettik. Asi ve asil yangın yürekli insanlarımızla gürül gürül yanan teneke kuzinelerin başında sabahlara dek sohbet ettik. Közde patates ikram ettiler bize, tereyağı gezdirilmiş bol soğanlı kavurmalı loller, kömbeler, börekler de. Hani’de arabalarımızın bagajlarına ağzına kadar tandır ekmeği, pestil ve ceviz koydu yoksul köylülerimiz. İtirazlarımız kar etmedi. Piran’da, Dare Heni’de Şeyh Sait’i, Şeyh Şerif’i, Faqi Hasan’ı yad ettik. Peygamberler diyarı Riha’da yanık sesli çocuklar dengbej havasında öyle stranlar, klamlar okudular ki…
(Tanıtım Bülteninden)
Mahir Çayan ve arkadaşlarının yakalanışıyla başlayan olaylar, askeri cezaevinden kaçışlarıyla zirveye tırmanmış ve Kızıldere katliamıyla çağın en büyük trajedisine dönüşmüştür.
Yaşanan olayların yoğunluğu ve nefes kesen hızı, kaçınılmaz olarak bazı hataları ortaya çıkarmış olsa da, ölümle teslimiyet arasına sıkışıp kalmış bu gencecik insanlar, sadece siyasi eylemleriyle değil; sağlam duruşları, inançları ve tutarlı kişilikleriyle bir direniş kültürü oluşturmuş ve gelecek kuşaklara acı deneyimlerle dolu zengin bir başkaldırı geleneği bırakmışlardır.
Kendilerine ait olmayan bir gelecek için ölümü göze alan bu filinta yürekli firarilerin unutulmaz hikâyesini okurken, sadece fırtınalı bir dönemin siyasi çalkantılarına değil, onların duygusal dünyalarına da inecek ve onları insani boyutlarıyla tanıyacaksınız.
Olayların iç içe örgülenişi, sağlam dokusu, kurgusu, akıcı ve zengin diliyle, bu roman edebiyatımızın ölümsüz klasikleri arasına girmeyi hak ediyor ve yazarına çok özel bir konum kazandırıyor.
Özgün anlatımı ve kendine has roman anlayışı ile adından söz ettirmeyi başaran Hasan Ali Toptaş, Beni Kör Kuyularda ile okurlarına yine muhteşem bir “HAT Edebiyatı” ürünü sunuyor. Bu romanında da alışılageldiği üzere Anadolu ve onun toplumsal problemlerine değinen yazar, kitap içerisine yerleştirdiği mistik ögelerde de bu toprakların ruhunu yansıtmayı başarıyor. Açık uçlu cümleleri ile okuyucuyu derin düşüncelere sevk eden bu kitap, merak uyandıran konusuyla da okurlara keyifli bir deneyim sunuyor.
Acıya Karşı Kör, Dilsiz ve Sağır Bir Toplum
Beni Kör Kuyularda’da ana karakterler olarak Güldiyar isimli bir genç kız ve babası Muzaffer okuyucuya tanıtılıyor. Bir gün Muzaffer işe giderken yemeğini yanına almayı unutuyor. Bunun üzerine Güldiyar, babasının yemeğini götürmek için evden çıkıyor. Fakat bu yolculuğun sonunda bambaşka bir insan olarak eve dönüyor. Genç kız bir daha asla konuşmuyor. Peki ama neden?
Yazar, kitap boyunca bu soruyu cevaplandırmaktan geri duruyor ve okurlarına geniş bir düşünme alanı yaratıyor. Güldiyar’ın yaşadığı olayla başlayarak toplum yapısına değinen hikayenin devamında ise romana dahil olan karakterlerin her biri, toplumun kanayan yaralarından birini temsil ediyor.
Tanıdık Manzaralara Farklı Bir Pencereden Bakmak
Beni Kör Kuyularda’da hikaye, Ankara’daki bir gecekondu mahallesinde geçiyor. Kitap bu yönüyle esasen Anadolu’dan pek çok ögeyi de içerisinde barındırıyor. Buradaki insanların yaşam şekilleri, inanışları, alışkanlıkları ve değerleri; olay örgüsü içerisinde okuyucuya aktarılıyor.
Bunun yanı sıra yazar, bu romanla birlikte toplumun iflah olmaz acımasızlığına da parmak basıyor. İnsanların yeri geldiğinde acılara ve acı çekenlere ne derece kayıtsız kalabildiğini ve bu kayıtsızlığın nelere yol açabildiğini tüm gerçekliğiyle gözler önüne seriyor. Güldiyar’ın hikayesi de işte bu toplum duyarsızlığı etrafında şekilleniyor.
En Sevilen Kitaplara Hemen Şimdi Sahip Olun!
Hasan Ali Toptaş, özgün üslubuyla kaleme aldığı Beni Kör Kuyularda ile okurlarından yine tam not almayı başarıyor. Kitapta sosyal konulara eğilerek toplumun açıklarını gün yüzüne çıkaran yazar, aynı zamanda hikayenin çoğu yerinde boşluklar bırakarak okuyucuya tam anlamıyla bir zihin jimnastiği yaptırıyor. Bu etkileyici ve bir o kadar da ders verici nitelikteki kitaba bir an önce sahip olmak için hemen sipariş verin!
AdalbertStr. 3
Berlin
10999
Montag | 11:00 - 19:00 |
Dienstag | 11:00 - 19:00 |
Mittwoch | 11:00 - 19:00 |
Donnerstag | 11:00 - 19:00 |
Freitag | 11:00 - 19:00 |
Samstag | 11:00 - 19:00 |
Lassen Sie sich von uns eine E-Mail senden und seien Sie der erste der Neuigkeiten und Aktionen von Gökkuşağı Kitabevi / Regenbogen Buchhandlung erfährt. Ihre E-Mail-Adresse wird nicht für andere Zwecke verwendet und Sie können sich jederzeit abmelden.
Nachricht an Gökkuşağı Kitabevi / Regenbogen Buchhandlung senden:
BuchHandlung[89] Literatur zu Geschichte und
Gensler StraßeSaint George's English Bookshop Berlin
Wörther StraßeHaus der Kunst und Literatur Hedayat
Kant Straße